TÜRKİYE MERKEZ BANKASI VE HUKÜMET SORUNU NEDEN ÇÖZEMİYOR ?
Aziz Gökhan Karakuş yazdı...
06 Mayıs 2021 Perşembe 11:14
Faiz sebep enflasyon sonuçtur diyen bir anlayışın ne üretici fiyat artışından nede tüketici fiyat artışından haberi yok demektir. Fiyat artışlarının maliyet kaynaklımı yoksa talep kaynaklımı olduğunu dahi anlayamayan bir ekonomi yönetiminden doğru para politikası yapmasını beklemek mucize beklemekle eş değerdir. Bir merkez bankası yönetimi düşününki 12 aylık enflasyon hedefi %5 , 12 aylık enflasyon beklentisi %12.2olsun! Merkez bankasının hedefini tutturamayacağını kendi ilan ederken ardından enflasyonu %5 e düşüreceğim demesi komiktir.
Türkiye’de Enflasyon artışının bir türlü düşürülememesinin sebebi ekonomi yönetiminin faiz sebep enflasyon sonuçtur anlayışıdır. Cari açık üreten bir ülkede ithalata ve inşaata dayalı büyüme modelinin sürdürülebilir olmadığını hala anlıyamadılar.
Türkiye ‘de enflasyonun durdurulamamasının sebebi ithalata dayalı üretim modelinden kaynaklı sürekli cari açık verilmesi sonucu doların tl karşısında değerlenmesi , üretici fiyat artışlarını tetiklemesinden kaynaklanmaktadır. Bunun üstüne birde beyin yakan faiz sebep enflasyon sonuçtur tezini üreten devlet ve ekonomi yönetimi eklenince sıcak para akışı da duruyor. Sıcak para akışının durmasının üstüne birde dolara talebinin artışı eklenince Türk lirası sürekli değer kaybediyor , hammadde maliyetlerinin çoğunu dövizle fiyatlayan üreticiler de fiyat artışı gerçekleşiyor, dolayısıyla enflasyon sürekli artışa devam ediyor.
Aşağıda konuyu ayrıntılı bir şekilde inceleyelim;
Enflasyon sorununu çözebilmemiz için öncelikle enflasyonun nereden kaynaklandığını anlayacak bir ekonomi yönetimi ve Merkez bankası başkanına ihtiyacımız var. Enflasyonun iki kaynağı vardır: Tüketici enflasyonu (TÜFE) ,üretici kökenli enflasyon (ÜFE) kökenli enflasyon.
Eğer bir ekonomide piyasaya sunulan mal miktarı değişmediği halde talep miktarı artıyorsa o zaman ekonomide talep kökenli enflasyon oluşur. Talep kökenli enflasyon çeşitli nedenlerle ortaya çıkar.
Örneğin nüfus artmışsa talep de artar. Ya da her şey sabitken merkez bankası piyasaya daha fazla para sürmüş ve bu para tüketicinin eline geçmişse talep yine artar. Talep enflasyonunu önlemenin yollarından birisi piyasadaki para arzını düşürmek veya faizleri enflasyonun üzerine yükselterek pozitif reel faiz vermek ve bu yolla insanları daha fazla tüketimden vazgeçirip tasarrufa yönlendirmekten geçer.
Eğer bir ekonomide piyasaya sürülen mal miktarında daralma ya da maliyetlerde artış oluşmuşsa o ekonomide arz yönlü enflasyonist baskıdan söz edilebilir. Arzda daralma, talep düşmediği halde üretim miktarında düşüş olması halidir. Ki bu fiyatların yükselişe geçerek enflasyon oluşumuna yol açabilir. Maliyetlerde artış üç şekilde ortaya çıkabilir: (1) Üretim faktörlerine ödenen bedellerde artış olabilir (ücret artışı, kira artışları, finansman maliyetleri ve dolayısıyla faizlerde artış.) (2) Girdi fiyatlarında artış olabilir (üretimde kullanılan hammadde, ara malı, sermaye malı fiyatları artabilir.) (3) Kurlarda artış ortaya çıkabilir. Bu durumda üretimde kullanılan ithal girdilerin fiyatları artabilir. Petrol, doğalgaz fiyatlarında artışın etkilediği enerji fiyat artışlarına ek olarak kurda ortaya çıkan artışlar bu tür girdilerin ithal fiyatlarını dolayısıyla firmaların üretim maliyetini artırır.
Yanıtlamamız gereken ikinci soru nüfus artışı olup olmadığıdır. Türkiye son yıllarda ciddi sayıda Suriye, Afganistan ve diğer ülkelerden mülteci kabul etti. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre bu mültecilerin toplam sayısı 4,2 milyon dolayında bulunuyor. Son yıllarda ortaya çıkan bu nüfus artışının bir talep artışı yaratarak enflasyonist baskıların artmasına yol açtığını tahmin ediyoruz.
Demek ki Türkiye’deki enflasyonist baskıların bir bölümü talep kökenlidir. Gerek para arzında gerekse nüfusta ortaya çıkan artışlarla beslenen talep artışının yarattığı enflasyonist baskıyı durdurabilmenin yolu faizi yükseltmektir. TCMB, son iki toplantısında faizi yükseltmiştir. Bununla birlikte insanlar açıklanan enflasyon oranına (yüzde 17) inanmamakta ve o nedenle bankaların önerdiği yüzde 19 oranına varan mevduat faizlerini yeterli bulmayıp döviz almaya ya da yaşam daha da pahalılaşmadan paralarını mala yatırmaya yönelmektedir.
Yanıtlamamız gereken üçüncü soru 2020’de maliyetlerde artışa neden olan bir gelişme olup olmadığı sorusudur. Ücretler, kiralar, üretimde kullanılan girdilerin fiyatları yükseldi mi? Kurlar arttı mı? Bunlara bakalım. Ücretler ve kiralardaki artışlar, genel olarak geçmiş enflasyona göre ayarlandığı için bu düzenlemelerin enflasyona katkısının çok düşük kaldığını düşünüyorum. Faizlerdeki artış ise açıklanan enflasyona göre yapıldığı için onun da gerçek enflasyonun gerisinden geldiğini ve enflasyona fazla etkisinin olmadığını tahmin ediyorum.
Bu aşamada enflasyon sorununu çözebilmek için yeni bir soru sorup yanıtlamamız gerekiyor: Kurlardaki yükselmenin (ya da TL’nin dış değer kaybı) niçin bu kadar yüksek düzeye çıkıyor? Bu sorunun yanıtı da Türkiye’ye, çıkan dövizden daha az döviz girişi olması ve vatandaşın enflasyonun anapara üzerinde yarattığı kayıpları giderebilmek için bir yandan harcamalarını artırırken bir yandan da tasarruflarını dövize yatırması yani döviz talebi yaratması şeklindedir.
Bu sorunun kısa vadedeki çözümü gerçek enflasyonun üzerine reel faiz verecek biçimde faizi artırmaktan geçiyor. TL’nin faizi vatandaşın tasarrufunu enflasyona karşı koruyabileceği düzeye gelirse vatandaşın döviz talebi düşer, yabancıların Türkiye’ye döviz getirmesi artar, bu da TL’nin değer kazanmasını sağlar.
Böylece Türkiye’de gerek talep enflasyonunun gerekse arz (maliyet) enflasyonunun kısa vadedeki çözümünün aynı kapıdan (reel faizi enflasyonun üzerine çıkarmaktan) geçtiğini ortaya koymuş olduk.
Bununla birlikte bu çözümün kısa vadeli olduğunu, hemen ardından risk yaratan hukukun üstünlüğü başta olmak üzere sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların çözümü için gerçek anlamda yapısal reformlara girişilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamamız gerekir.
Türkiye enflasyonu ,faizi ve kurları dizginlemek istiyorsa üretim yaparken dışa bağımlılığını azaltması yerli üreticiyi teşvik edici bir anlayışa geçmesi gereklidir. Türkiye tarımdan teknolojiye ithalata bağımlı ürettikçe cari açık sorununu çözemez! Karpuz’u üretirken İsrail tohumu,Ayçiçek yağı üretmek için Ukrayna’dan Ayçiçek ithal eden bir ülke cari açık sorununu çözemez! Cari açık sorununu çözemeyen bir ülke dolar ‘a olan talebi durduramayacağı gibi sıcak para kesildiğinde Türk lirasının değer kaybını durduramaz dolayısıyla enflasyonu dizginleyemez. Ana çözüm katma değerli ürün üreten ithalata bağımlı olmadan gerçekten üretim yapan bir ülke olmaktır. Merkez bankası para politikası size sadece zaman kazandırır!
Bu zaman içinde Üretim , hukuk ve özgürlükleri geliştiren reformlar yapıp piyasaya güven telkin edemezseniz sorunun başlangıcından daha kötü bir noktaya gelirisiniz.
Merkez bankası ve hükumet üst üste yapılan hatalarla güvenirliğini kaybettiği gibi sorunu anlamaktan uzak panikle aldığı her gün değişen kararlar piyasalarımıza olan güveni yok etmekte içerdeki yatırımcının döviz almasını tetiklemektedir.
Merkez bankası ve Hükumetin yaptığı ekonomi yönetimi hataları ileride ‘’ Bir ülke ekonomide nasıl batırılır’’ Bir ekonomi nasıl yönetilemez , başlıkları altında ders olarak anlatılacak kadar vahim durumdadır.
Acı olan yaptıkları yanlış hamlelere rağmen yanlışlarda ısrar etmeleri hatalarından ders almamalarıdır. Bu davranışlarla Türkiye ‘nin ekonomik sorunlarının daha da derinleşeceği açıktır...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 Milli Hakimiyet